25 Ocak 2009 Pazar

28>27=26.01

bazı şeyleri anlamak zor geliyor.
neden yaşlanır insan, neden yaşlandıkça çocuklaşır?
neden bu kadar zorlu bir hayatın içinde olmanın sonu ölümdür?
neden ölmeye yaklaştığı her seneyi coşkuyla kutlar kişi?
sonu bilinen bir filmi bile seyretmezken, bu hayat nasıl büyük bir keyifle yaşanır ve asla vazgeçilmez?
neden her filmin sonu iyi biterken, yaşamların bir çoğu iyi bitmez?
neden bu filmin yönetmeni oyuncularını dinlemezken yaptığı tüm hatalardan bizzat onları sorumlu tutar?
hayat nedir, nasıl yaşanır, kim bilir esas sorulması gereken soruyu?
ve en önemlisi;
neden ileriye doğru atılan her adım hayatın ara yollarında iyiyken, anayolda kötüdür?
28>27=26.01
bu kadar yazının sebebi işte bu ufak denklem.
bi sözelciden de daha fazlasını beklemeyin zaten.

20 Ocak 2009 Salı

beklemek

ilk başta babanın erbezinden çıkmayı beklersin,
sonrasında anne rahmine girmeyi,
sonrasında döllenmenin bitmesini,
9 ay 10 gün boyunca doğmayı,
doğduğun gün doymayı,
ayakların çözülünceye kadar yürümeyi, dilin çözülünceye kadar konuşmayı beklersin.

okula gitmeye başlayınca önce servisi, sonra otobüsü beklemeye başlarsın,
okula varınca dersin başlamasını, başlayınca da bir an önce bitmesini.

sonra bir kıza aşık olup onu beklemeye başlarsın.
ilk başta sana aşık olmasını, daha sonrasında sana açılmasını, senin ona açılmanı, ilk buluşmayı, ilk öpüşmeyi, ilk sevişmeyi, ilk ayrılığı beklersin.

daha sonrasında o biter hayatının aşkını beklersin.
o seni bulur ve erbezlerinde yeni bir bekleyen tüm bu beklediklerini beklemek üzere beklemeye başlar.
o bekleyen senin zamanında beklediklerini beklemeye başladıkça sen ölümü beklemeye başlarsın.
taa ki o bekleyenin erbezlerinde bekleyen yeni bir bekleyiciyi bir kez görebilmek için.

işte hayattır bu.
tüm bu beklemeye verilen ad.

seda burak olmak lazım

birileri bir yerde bir yere koşarak giderken ve bu koşuşu tamamen başkalarından bağımsız bir şekilde yaparken, birilerinin bu koşuşu izlemesi hatta bundan para kazanmaya çalışması ne kadar enteresan bir durum.

bu koşudan kastım bir maraton ya da 100 metre değil tabii ki. ne biliyim bir tuvalete gidiş ya da bir filme yetişme telaşı. bu kadar insani bir durumun bile merak edilebilir olması hastalıklı değil midir diye çok ciddi düşünmeye başlıyorum kimi zaman. yani ne kadar boş zamanlar var ki bir televizyon figürünün her hareketini görmek için deliriyor hatta bu delirme durumu bambaşka bir sektör yaratıyor.

bakışta hiç bir ünlünün memnun olmadığı bu sektörün makinalarına verilen kafası eğik pozlar ne diye sorduğumuz zaman ise bir cevap yok. bir nevi alan ve satanın memnun olması durumu.

kimse karar veremiyor.

her dakika izlenmek mi işlerine geliyor yoksa seneler sonra yapılan bir filmde çalan bir şarkı ile hatırlanmak mı?

nil burak mı olmak isteniyor, seda sayan mı?

peki bundan bana giren çıkan ne derseniz;

ona da cevabım yok açıkçası.

18 Ocak 2009 Pazar

merhaba

bu zamana kadar tek başına düşünüp, tek başına yazan bir adam olmaktan sıkıldım açıkçası. bu sıkıntı o kadar çok ilerledi ki bir sonraki faşist internet engellemesine kadar bir blog oluşturup yazmaya karar verdim.

yazmak büyük bir mutluluk kaynağı ve mutluluk paylaştıkça anlamlı. işte bunlardır benim burada yazma sebebim. spor, sanat, seks. ne varsa hayatta yazıcam burada. okuyan olur mu bilmem ama yazan biri olacağı kesin.

o yüzden tekrardan merhaba.