10 Ekim 2009 Cumartesi

11.10.01 - 11.10.09


11.10.01 - 11.10.09

bugün 9. seneye giriyorum babamsız. bundan dolu dolu 8 sene önce şu saatten yaklaşık 3 saat sonra kaybettim onu. çok şeyi özledim bu zamana kadar. sevgilim vardı mesela şehir dışında yaşayan. onu özledim bir süre. liseden sonra lise anlarımı özledim. orada yaşananlar geldi aklıma, içim buruldu. kız kardeşim şehir dışında okudu üniversiteyi. hiç bir zaman söylemedim kendisine. nedendir bilmem. ama onu özledim. gelsin diye hafta sonu olmasını bekledim. hepsiyle bir şeyler yaşamıştım. o yaşanmışlıkları özledim.

ama bu özlem başka. babamı özlemem çok farklı. babamla yaşayamadıklarımı özlüyorum. hasta galatasaraylı olmama rağmen onun aşkı olan beşiktaş'ın bir inönü maçına gidememek koyuyor bana bu geçen zamanda. o zaman küçüktük. alkol girmezdi kanımıza. ama şimdi yaş ilerledi, saçlar döküldü. babamla karşılıklı rakı içemedim mesela. o koyuyor sonra. her ufak açtığımda bir duble kendime içerken bir duble ona içmemin sebebi budur. ki kendisi sevmezdi içkiyi. ama ne biliyim işte. belki efkardan, belki sevinçten içerdik birer duble. zaten bir 35'likten kaç duble çıkar ki? sevdiğim bir kızı tanıştıramadım babama. biriyle evlenme durumuna kadar gelmiştim hatta. onu görmesini isterdim mesela. nasıl bakardı, ne derdi, kızı beğenir miydi? kız elini öpünce gururu okşanır mıydı? bilmiyorum bunların hiç birini.

diyorum ya. yapamadıklarım içimde uktedir. dolmayacak da ömrüm boyunca. öyle bir köşede kalacak benimle beraber. gün gelir de bir oğlum olursa kendi yaşayacaklarımdan pay biçerim belki. babasının oğlu diyor çünkü tanıyanlar benim için.

son cümle de siktimin hayatına. babasının ölümünün 9. yılını, annesinin doğumunun 54. yılına getiren siktimin ironisine. bir böyle dalga geçmediğin kalmıştı benimle. onu da yapıyorsun 9 senedir. senin de amına koyiim ben.

11 Eylül 2009 Cuma

sen, ben, biz

sen olsam ben,
ben olsan sen.
ama kimse bilmese biz olduğumuzu.
sen seninkilerle senmiş gibi takılırken;
ben benimkilerle benmiş gibi takılsam.
sonra ben olmuş sen ile sen olmuş ben;
oturup seninkilerle, benimkilerden konuşsak...
biz olup dalga geçsek onlarla...
birbirimize karıştığımızı bilmedikleri için gülsek...
hatta acısak biraz...
biz olamayacakları düşünüp onların yerine üzülsek...
hayatı kendilerinden ibaret sananlara kızsak...
sonunda bıraksak düşünmeyi;
sen ben olsan yine, ben de sen
biz olup sabaha öyle uyansak...
güneşe anlam, kahvaltıya tat katsak...
hep biz olsak keşke,
hiç yalnız kalmasak...

1 Ağustos 2009 Cumartesi

başka zaman - başka mekan. neyse...

başka bi zamanda,
başka bi mekanda karşılaşmak vardı seninle.
ne biliyim?
mesela çiçek çocuklardan ikisi olmalıydık biz.
çimler üzerinde sevişmeliydik kimseye aldırmadan.
ya da;
deniz ile kovalamalıydık bir devrimi.
asılmalıydı aşkımız ressam bir paşanın çektiği iple.

başka zamanın insanları olmalıydık biz.
yaşanmış ya da yaşanacak...
ama şu an, şu mekan diil sanki yaşanması gereken,
bize uygun diil...
aşka dar, aşka eziyet, paraya köle.

başka zamanın insanları olmalıydık.
para bize köle, aşk tanrı,
sevgi peygamber, yatak ibadethane,
sevişmek ibadet, ten kutsal kitap.

neyse
işte öyle...

9 Temmuz 2009 Perşembe

potente

son bi kaç ay
basık
bu hava gibi aynı
nefes almam zor
kafamı bi yere çevirmeye bile üşeniyorum
ama sonra kafamı çevirince seni görüyorum
aha diyorum
o ışık bu lan
beklediğim
bakıp da kör olmak istediğim
yürüyorum bende o ışığa
gel diyo o da bana
gel ben seni saklarım
başkalarını kör ederim
görmezler senle beni
ben o ışığın altında uyuyorum artık
karanlıktan korkmadan...

14 Mayıs 2009 Perşembe

?

ben bile bana sadece ben ile katlanamazken,
kendi+bana katlanacak birini nasıl bulurum ki?
zamanında deli akan kan durmaya başladıkça anlaşılıyor demek ki bu,
bir zamanlar bir akbil, bir jöle, bir beyaz adidas ile dünyayı kurtaracağımı sanarken,
işler değişiyor birden,
öğrencilik bitiyor, akbil külfet oluyor,
saçlar gidiyor, jöle komik duruyor,
beyaz gidiyor, kir pas kalıyor.
ben, kel kafam, bitik akbil, kirli paslı bir ayakkabı;
diyorum ya ben bile bazen - ne bazeni lan yalan söyleme - çoğu zaman,
kendime katlanamazken,
nasıl bulurum kendi + bana katlanacak birini?
gerçekçi olup imkansızı isteyim desem,
artık solcu da değilim ki.

8 Mayıs 2009 Cuma

ben mi? geçiniz!!

ben gitmeye karar verdiğim zamanlar hayalci oluyorum,
bi dolu param var sanıyorum mesela döner mi havuç suyu mu diye soran bir bankada,
gideceğim yerlerde bir dolu adamım var sanıyorum beni kucak açmış bekleyen,
tabi yok hiç biri.

ben sevmeye karar verdiğim zamanlar çok acaip oluyorum,
birini severken başkalarını görmüyorum,
her dakika beni arayıp gel bu gece bende kal diyen kıza yok diyorum mesela,
sanki her dakika bunlardan etrafımda varmış gibi,
sonrasında kalıyorum sol elimle başbaşa.

ben kendimden sıkıldığım zamanlar çok acımasız oluyorum,
başkasına yapsam aynı tafrayı iflah olmaz,
ama yapıyorum özne kendim olunca,
küfür ediyorum kendime, bela okuyorum,
başkalarına reva görmediğimi kendime görüyorum,
allah korkusu lazım sanki biraz bana.

ben yazmaya başladığımda çok patavatsız oluyorum,
bi abim demişti bana zamanında,
konuşamadığımı koca koca sayfalara döküyorum,
okuyan yok biliyorum ama rahatlama işte,
ikinci elizabeth oluyor bana kağıt kalem,
bilemedin klavye 15 inç monitör,
sigaram yok, içkim sınırda,
ama bana sorarsan her şey yolunda.

o yüzden aman sen sen ol,
sakın bana hayatla ilgili bi şey sorma.

28 Mart 2009 Cumartesi

elizabeth, here i come

gidicem,
bi okula yazılcam daha önce okumamışım gibi,
birilerine içine süt katarak piç edecekleri çaylardan vericem,
bana tip atacaklar,
ben bu tip karşılığı bu tiple onlara bi gülücük atıcam,
iş biticek see you tomorrow diycem,
annemi ankesörlüden arayıp iyiyim diycem,
kardeşim şimdiki sözlüsüne o zaman belki enişte diyerek bi mail atıcam,
zaman öldürcem, yağmur yiycem, hava açılsın diye belki dua edicem;
ama o üzerinde güneş batmayan ülkeye gidicem ben.
şu an cebimde 100 pound ve bolca umut var.
100 pound bi boka yaramaz ama o umut götürür beni oraya.
di mi elizabeth?

16 Şubat 2009 Pazartesi

yalnızlık

yalnızlık ilginç.
yalnızlık korkunç.
yalnızlık çekici.
yalnızlık büyük bi boşluk.

yalnızlık bi şarkı tek kulaklıkla dinlenilen.
yalnızlık bi film 37 ekran televizyonda seyredilen.
yalnızlık bi kitap sayfaları delik deşik.
yalnızlık bi şiir kafiyesi eksik.

yalnızlık öyle bi şey ki; değirmen olmayı istiyosun bazen don kişot'un savaştığı.
deli bile olsa gelsin biri.
varsın savaşsın benimle, yaksın canımı.

sonuçta bildiğim bi şey var.
bu bu hayatta kimse ben kadar öldüremez bu canı.

14 Şubat 2009 Cumartesi

rüya


korkma!

derin bi uykudasın şu anda. kötü bi rüya görüyosun sadece. evet fazla gerçek gibi. etrafındakileri görüyosun. yaşadıklarını mesela. yaşadığın insanlarla beraber hem de. ama rüyan sana öyle bi orospuluk yapıyo ki. yönlendiremiyosun istediğin gibi. sana hep acı veren, seni üzen aynı gerçeklik üzerinden görüyosun tüm olanları.

en son sevgilini görüyosun. ayrılmadan önceki son dakikalarınızı. telefon elinde titreyerek onu arayıp korkarak sorduğun soruyu görüyosun. sonunda aynı cevabı duymayacağını düşünüyosun. ne de olsa rüya senin rüyan. azıcık bile olsa bilinçlisin. ona güveniyosun. bunu kullanarak ayrılmanıza, bugünü evinde onu düşünerek geçirmene neden olan basit bir güne çeviren o sözü duymamaya çalışıyosun. ama dedim ya en başta. rüyanın bile kötüsü denk geldi sana. duyduklarının fazlasını duyuyosun. sana telefonda söyleyemediği ama zihninde gezen tüm düşünceleri duyuyosun. uyanmak istiyosun ama çok geç. açılmıyo gözlerin. hatta akan yaşları yüzünde hissediyosun ama nafile. rüyan tokatlıyo seni, tüm hayallerine tecavüz ediyo. gerçeklikten kaçmak için gördüğün en sert gerçek oluyo bi anda. yatağın seni iki eliyle sarıyo karabasan gibi. kalkamıyosun, sadece gözlerin kapalı ağlıyosun.

uykuların azalıyo o dakikadan sonra. sabaha yakın yatmaya başlıyosun. güneşin gözüne girmesinden nefret ettiğini duymuş olacak ki yukarıdaki yağmur yağdırıyo devamlı. güneşi görmüyosun, gözünün önüne siyah bi perde çekip bi köre öykündüğün tek durumda uyuyosun.

korkma!
derin bi uykuda en büyük sınavını veriyosun şimdi.

bu zamana kadar geçtiğin tüm sınavların anlamsız olduğunu anlayarak...

13 Şubat 2009 Cuma

2. el


kullanıldığımı hissediyorum bazen.

bazı kızlar kullanıyo mesela beni.
yemek yiyolar benimle, içiyolar hatta yatıyolar bazıları.

ailem kullanıyo beni.
neşeli olmamı istiyolar, enerjime ihtiyaç duyuyolar, beni her şekilde korumaya alıyolar.

arkadaşlarım kullanıyo beni.
istedikleri zaman arıyolar, sinema arkadaşı yapıyolar kendilerine. dertlerini anlatıyolar, dinlememi istiyolar. onları aramadığım zaman tavır alıyolar.

çalıştığım yer kullanıyo beni.
benden bişeyler istiyolar, sormuyolar ben de istiyo muyum diye. karşılığını veriyolar ama her daim. eksik etmiyolar. sanırım hala biraz allah korkusu var içimde.

hayallerim kullanıyo beni.
sınırsız oluyolar sanki hayat sınırsızmış gibi. olmayana sahipmişim gibi sanmamı sağlıyolar, çoğu kez canımı sıkıyolar.

bedenim kullanıyo beni.
en lazım olduğu zamanda saçlarım alıp başını gidiyo mesela. belki bana küsmüştür diyorum. çünkü o uzarken de ben acımıyodum ona. küstürmüşüm ki geri gelmiyo.

aklım kullanıyo beni.
zeki olduğumu düşünmemi sağlıyo. ama neden yalnızım bu kadar zekiysem soruma cevaba gelince susuyo.

ikinci, üçüncü hatta dördüncü el gibi hissediyorum kendimi. yıpranmışım. doktordan değilim mesela. bayandan kullanılmışım ama biraz hor kullanmış kullanan. sağım solum yamalı, sinirlerim harap. alan olur mu diye soruyorum ekspere. yüzüme bakıyo boş boş.

bekliyorum hala kullanılmak için. çünkü insan denen bu şuursuz kullanılmayınca hakkaten yaşayamıyo.

10 Şubat 2009 Salı

şimdi reklamlar


çok fazla reklam seyretmemek lazımmış demek ki;bozuyormuş delikanlı adamı reklam. hiçbir halta inanmayan bir adamı bile bazı rüyalara, bazı olmazlara inandırabiliyormuş. masal dinleme zamanı çoktan geçmiş, 27 yaşından aldığı günleri uç uca eklesen 3. köprü olacak bir adamı bile masal kahramanı yapabiliyormuş. hakikaten tehlikeliymiş, fazla kaptırmamak gerekliymiş.

hakikaten bir erkeğin en zayıf olduğu anmış en güçlü göründüğü zamanlar. başkalarına - başkalarından kastım elalem değil bildiğin aile, arkadaş, sevgili - güçlü görünmek için harcanan enerjiymiş bitiren bir adamı. belki bu kudret başka bir şey için harcansa çok daha yararlı olabilirmiş. mesela bu güç gösterisi atlas misali yapılsaymış dünya sırtta taşınırmış, musa misali yapılsaymış denizler yarılırmış. ama dedim ya serde delikanlılık olunca denizler de yerinde kalırmış, dünya da... önemli olan sevgilinin bir gülüşü, ailenin bir sırt sıvazlaması olurmuş.ama hayat öyle kaypakmış ki. bu kadar kendini kasan, hayatını başkaları için yaşayan birini bile bir anda ortada bırakırmış. yapayalnız, çırılçıplak. işte o vakit dünyayı yerinden oynatacağını düşünen adam parmağını bile oynatamaz olurmuş. bunun bundan önce kaç kere olduğunu unutmak isteyen adam daha da bitermiş. her seferinde aynı yalana kanmanın nasıl büyük bir salaklık olduğunu yüzbininci kez anlarmış, yüzbin birinci kez unutmak için.

hayat o kadar kaypakmış ve reklamlar o kadar gerçekçiymiş ki;zamanı geldiğinde evine alacağı köpeğin bizzat kendisi olduğunu anlayan erkek bilirmiş bunu en çok.

3 oda bi salon leb -i derya yalnızlık. sahibinden satılık.


yalnızlık ilk başta o kadar kötü bişeymiş gibi gelmiyordu bana. hatta bunu bir arzu nesnesi olarak bile kullanabiliyordum kimi zamanlar. etrafımda o kadar çok insan vardı ki bir anda ıssız adam olmayı isteyebiliyordum. hatta bunu dost meclislerinde - dost meclisinden kastım lisede öğle tatilinde takıldığımız pideci - kimi zaman dile getiriyordum.neyse lise bitti, pideler artık yenmez oldu. herkes kendi hayatına doğru daha bir bodoslama gitmeye başladı. her daim istenen gibi görünen ama aslında içten içe bir şımarma miti olan ıssız adamlık durumu da geldi tam ümüğümünden yakaladı. o zaman da kimi zaman içkiye verildi saatler, kimi zamanda bir sevgiliye. ama hayat çift taraflı oynadı oyununu bu seferde. tanju babanın dediği gibi en iyi dost olan içki - sigara para olmayınca terk etti hemen. sonra da elin kızı gitti başka diyarlara.zamanında yani daha yaş 18 değilken bir cool olma emaresi gibi gözüken ama aslında dipsiz kuyunun dibi olan yalnızlık, yaş 27 olunca hayatımın gerçeği oldu bir anda. dipsiz kuyunun dibinde şahane manzarasız, leb -i karanlık, 3 oda bir salon bir yalnızlığım oldu. hayattaki tek dikili ağacım ölü doğdu kısacası.şimdi o dikili ağacın dibindeyim, onu dik tutmaya çalışarak. çünkü ben ona el vermezsem duramayacak ayakta. e onun devrilmesi demek benim altında kalmam demek. enteresan bir denklem var yani.kafamı yukarı kaldırdığımda gördüğüm tek şey ölü ağacımın bana verdiği manasız gölge. zaten karanlıktayım ne gölgesi desem de farketmiyor. ölü ağacım bana dayanarak bana gölge olmaya devam ediyor. ya onun yarattığı manasız gölgeye biri daha gelecek, onun ışığıyla o ağaç canlanacak, gölgesi işe yarar olcak ya da en sonunda sıkılıp çekeceğim dayadığım omzu bu ağacın gövdesinden.şimdilik bekle diyor bana hayat. her zamanki yalanlarından birini söylüyor belki ama yine de inanıyorum kendisine. zaten işin en pis tarafı bu.başka birini bu kadar yalan sonucu öldürsen cinayet denir buna. yatarsın dört duvarın arasında. belki çıkarsın, belki çıkmazsın. ama hayatı öldürdüğünde buna cinayet değil intihar diyorlar. kendi kalemini kıran hakim oluyorsun o anda. çıkışın da kendi inancının derinliğine kalıyor. sen hayatı öldürdüğünü sanıyorsun ama hayat sen gidince de devam ediyor.dedim ya ağacımın manasız gölgesindeyim şu anda. leb - i karanlık, 3 oda bir salon bir yalnızlığın sahibiyim. varsa benden almaya niyetli olana bedava vereceğim hepsini.ışığa çıktığımda da aynı lisedeki gibi cıvıl cıvıl bir halde pide yemeye gideceğim.

8 Şubat 2009 Pazar

iyi geceler sevgilim

hiç girmediğin ortamlara onun için giriyorsun;

hayatın boyunca online olarak beş kere gözüktüğün hatta onunla beraberken bile offline olarak girdiğin msn denen zıkkıma sadece o orada diye, hala senin varlığını ufak da olsa hissetsin diye online bağlanıyorsun;

yine bu msn denen zıkkımın dinlediğin şarkıyı gösterme özelliğinden yararlanıp onun sevdiği şarkılardan bir playlist yapıyorsun;

unuttum diyip iki günde bir rüyanda görüyorsun;

hastalıktan geberirken ya da evde kardeşinle şakalaşırken bir anda bir başkasıyla öpüşebilme ihtimali aklına gelince aklını kaybediyorsun;

delikanlılık ve gurur kavramlarının sana attığı son madik olan ayrılığı unutmak için yine aynı kavramlara sarılıyorsun;

hiç olmadığın kadar sessizleşiyorsun, hiç düşünmediğin kadar düşünüyorsun;

onun bu yazıyı asla okuyamayacağını bilerek buraya yazıyorsun, belki bir arkadaşı okur da ona söyler diye düşünüyorsun;

düşünüyorsun, yazıyorsun, bi yerlere girip çıkıyorsun, deliriyorsun, akıllanıyorsun, duruluyorsun, gülüyorsun ama ağlamıyorsun;

aslında köpek gibi ağlıyorsun ama yaş göze gelmesin diye çok uğraşıyorsun;

ve en sonunda anlıyorsun ki ne yırtılan fotoğraflar, ne silinen mesajlar yaramıyor bir işe. unutmak denen şeyin maddi değil manevi bişey olduğunu beynine beynine çakıyor her silinen mesaj, her yırtılan fotoğraf.sen giriyorsun msn denen zıkkıma ama o seni görür görmez çıkıyor. o da gururuna yenik düşüyor diyorsun o zaman. onu demek istiyorsun. yani o da benimle konuşmak istiyor ama gururu el vermiyor diye kapatıyor diyorsun.kendine bir yalan daha söyleyip yatıyorsun yatağa.

duvara dönüp "iyi geceler aşkım" diyorsun.

sonrası sonsuz bir boşluk, sonsuz bir acı.

hani sizin uyku dediğiniz şeyin benim lügatımdaki yeni anlamı...

1 Şubat 2009 Pazar

ben bilirim

ben bilirim bu hayatı;
yalanlarını bilirim çünkü hepsini ben söyledim,
doğrularını bilirim çünkü hepsini ben belledim,
acılarını bilirim çünkü hepsini ben yaşadım,
güzelliklerini bilirim çünkü hepsini ben yaşattım,
orospularını bilirim çünkü hepsiyle ben yattım,
meleklerini bilirim çünkü hepsini ben yarattım,
şeytanlarını bilirim çünkü her sabah aynaya baktım,
kısacası ben bilirim bu hayatı;
azını ben yaşadım çoğunu başkalarına yaşattım.

25 Ocak 2009 Pazar

28>27=26.01

bazı şeyleri anlamak zor geliyor.
neden yaşlanır insan, neden yaşlandıkça çocuklaşır?
neden bu kadar zorlu bir hayatın içinde olmanın sonu ölümdür?
neden ölmeye yaklaştığı her seneyi coşkuyla kutlar kişi?
sonu bilinen bir filmi bile seyretmezken, bu hayat nasıl büyük bir keyifle yaşanır ve asla vazgeçilmez?
neden her filmin sonu iyi biterken, yaşamların bir çoğu iyi bitmez?
neden bu filmin yönetmeni oyuncularını dinlemezken yaptığı tüm hatalardan bizzat onları sorumlu tutar?
hayat nedir, nasıl yaşanır, kim bilir esas sorulması gereken soruyu?
ve en önemlisi;
neden ileriye doğru atılan her adım hayatın ara yollarında iyiyken, anayolda kötüdür?
28>27=26.01
bu kadar yazının sebebi işte bu ufak denklem.
bi sözelciden de daha fazlasını beklemeyin zaten.

20 Ocak 2009 Salı

beklemek

ilk başta babanın erbezinden çıkmayı beklersin,
sonrasında anne rahmine girmeyi,
sonrasında döllenmenin bitmesini,
9 ay 10 gün boyunca doğmayı,
doğduğun gün doymayı,
ayakların çözülünceye kadar yürümeyi, dilin çözülünceye kadar konuşmayı beklersin.

okula gitmeye başlayınca önce servisi, sonra otobüsü beklemeye başlarsın,
okula varınca dersin başlamasını, başlayınca da bir an önce bitmesini.

sonra bir kıza aşık olup onu beklemeye başlarsın.
ilk başta sana aşık olmasını, daha sonrasında sana açılmasını, senin ona açılmanı, ilk buluşmayı, ilk öpüşmeyi, ilk sevişmeyi, ilk ayrılığı beklersin.

daha sonrasında o biter hayatının aşkını beklersin.
o seni bulur ve erbezlerinde yeni bir bekleyen tüm bu beklediklerini beklemek üzere beklemeye başlar.
o bekleyen senin zamanında beklediklerini beklemeye başladıkça sen ölümü beklemeye başlarsın.
taa ki o bekleyenin erbezlerinde bekleyen yeni bir bekleyiciyi bir kez görebilmek için.

işte hayattır bu.
tüm bu beklemeye verilen ad.

seda burak olmak lazım

birileri bir yerde bir yere koşarak giderken ve bu koşuşu tamamen başkalarından bağımsız bir şekilde yaparken, birilerinin bu koşuşu izlemesi hatta bundan para kazanmaya çalışması ne kadar enteresan bir durum.

bu koşudan kastım bir maraton ya da 100 metre değil tabii ki. ne biliyim bir tuvalete gidiş ya da bir filme yetişme telaşı. bu kadar insani bir durumun bile merak edilebilir olması hastalıklı değil midir diye çok ciddi düşünmeye başlıyorum kimi zaman. yani ne kadar boş zamanlar var ki bir televizyon figürünün her hareketini görmek için deliriyor hatta bu delirme durumu bambaşka bir sektör yaratıyor.

bakışta hiç bir ünlünün memnun olmadığı bu sektörün makinalarına verilen kafası eğik pozlar ne diye sorduğumuz zaman ise bir cevap yok. bir nevi alan ve satanın memnun olması durumu.

kimse karar veremiyor.

her dakika izlenmek mi işlerine geliyor yoksa seneler sonra yapılan bir filmde çalan bir şarkı ile hatırlanmak mı?

nil burak mı olmak isteniyor, seda sayan mı?

peki bundan bana giren çıkan ne derseniz;

ona da cevabım yok açıkçası.

18 Ocak 2009 Pazar

merhaba

bu zamana kadar tek başına düşünüp, tek başına yazan bir adam olmaktan sıkıldım açıkçası. bu sıkıntı o kadar çok ilerledi ki bir sonraki faşist internet engellemesine kadar bir blog oluşturup yazmaya karar verdim.

yazmak büyük bir mutluluk kaynağı ve mutluluk paylaştıkça anlamlı. işte bunlardır benim burada yazma sebebim. spor, sanat, seks. ne varsa hayatta yazıcam burada. okuyan olur mu bilmem ama yazan biri olacağı kesin.

o yüzden tekrardan merhaba.